Termal Mutlu Son Hizmeti – Masör Ece

Termal Mutlu Son Hizmeti – Masör Ece

Termal Mutlu Son öğrencilerden birkaçını epeyce pataklamışlardı. Kaba gücün ve aptallığın bu zaferi beni şaşırtmış, öfkelendirmişti. Körü körüne düzene uymaya, çıkanın cehalete dayayanlara karşıydım; tüm insanların akılla, mantıkla yaşamlarım sürdürmelerinden yanaydım. Bu nedenle de sola ilgi duyuyordum.

Ama, her türlü etikete, damgalamaya da karşı geliyordum, insanların belirli kategorilere ayrılmasını hoş görmüyordum. Arkadaşlarımdan birkaçı toplumcuydu. Toplumcu sözünün Termalğa iyi gelmediğini düşünüyordum. Bir toplumcunun ruhunun acı çekmeyeceğine inanıyordum. Ruhsal bir bunalıma düşmeyeceğine inanıyordum. Çünkü, toplumcular hem salt yeryüzüne değgin ve bununla beraber belirli sınırlan olan fakatçların peşindeydiler. Böylesi bir ılımlılık, böylesi bir aşırdıktan kaçış sinirlendiriyordu beni. Komünistlerin aşırılığı daha çekici geliyordu.

Termal Mutlu Son onlarında minimum Cizvitler kadar dogmatik ve kalıplaşmış olmalarından korkuyordum. Bütün bu düşüncelerime rağmen, mayısta Alain’in eski öğrencilerinden bir komünistle arkadaş oldum. O günlerde bu türden akla aykırı, tutarsız, beklenmedik arkadaşlıklar hiç de garip karşılanmazdı. Çocuk, bana Alain’in mevzuşmalarını övüyor; fikirlerini özetliyor, kitaplarını veriyordu. Beni Romain Rolland’la tanıştırdı. Barışı savunanlara kesinlikle inanmaya başladım. Mallet, pek çeşitli konularla ilgiliydi: fotoğraf, sinema, tiyatro, hatta müzikholler bile onun sevmiş olduği, ilgilendiği şeylerdi. Mallet’nin gözlerinde ve sesinde alev alev kıvılcımlar çakardı. Onunla mevzuşmak hoşuma gidiyordu.

Termal Mutlu Son

Termal Mutlu Son birazcık da hayretle şöyle yazmıştım: “Hem akıllı, zeki olmanın, aynı zamanda politikayla ilgilenmenin mümkünlı bulunduğunu gördüm.” aslında Mallet’nin, politik kuram hakkında pek fazla bilgisi yoktu; bana da aslabir şey öğretmiyordu. Toplumsal problemlerı, metafizik ve terbiye problemlerının altında tutmaya, daha azca önem vermeye devam ettim. Eğer insanlığın varoluşunda, yaşantısında bir amaç, bir anlam yoksa, insanlığın çektiği acılara neden kafa yormalı diye düşünüyordum. Bu sorunlara eğilmekten kaçınmam, Simone Weil ile tanışıklığımızdan yararlanmamı engelledi.

Paris’teki, öğretim üyelerini yetiştirme okulu olan Normale’e giriş imtihanlarına hazırlanırken, Simone Weil de, Sorbonne’da benimle aynı sınavlara giriyordu. Zekâsı, kültürü ve garip giysileri, çevresinde biçimlenen ünü yüzünden benim de dikkatimi çekmişti. Çevresinde Alain’in eski öğrencilerinden bir grup oğlanla birlikte Sorbonne’un bahçesinde dolaşır dururdu. Kurşuni giysinin bir cebinde Libres Propos, öteki cebinde Humanite, hiç noksan olmazdı. Çin’de büyük bir kıtlık baş göstermişti. Bana söylediklarına göre, Simone bu haberi duyunca ağlamış. Bu gözyaşları, Simone’un felsefe alanındaki kabiliyetlerinden çok daha çok saygı uyandırdı bende. Dünyanın öteki ucu için çarpabilen bir yüreği olmasına imreniyordum. Bigün yanına yanaştım.

Konuşmaya iyi mi başladık bilemiyorum. Çok kesin bir sesle, bugün dünyada bir tek şeyin önemli olduğunu söylemiş oldu: Dünyada açlıktan ölen halkları kurtaracak olan Devrim. Ben de en az onun kadar kesin ve kararlı bir tavırla, aslolan probleminin, insanları mutlu kılmak değil, onların varlığının nedenini bulmak bulunduğunu söyledim. Beni tepeden tırnağa süzdü. “Açlık çekmemiş olduğunuzu anlamak hiç de kolay olsa gerek, ” dedi.